Translate

İnsanın yüreğine de sevdiğine de söz dinletememesi kötüdür. Bu durum içinizi acıtır canınızı yakar ama bir türlü vazgeçemezsiniz. Çünkü onu seviyorsunuzdur.


“Aşkın gözü kördür” derler, doğrudur. Aşıksanız gözünüz ondan başkasını görmez. Dünya sanki onun etrafında dönüyordur. Sevmekse en büyük toleransların nedenidir. Seven insan vericidir, affetmeye hazırdır. Sevdiği onu üzse de, içini daraltsa da bir neden bulup onu bağışlamak ister. Karşılıklı yaşanan sevgilerde bu güzel bir durumdur ama karşılıksız olanlarda tam bir işkencedir. Bir de çok seven taraf sizseniz, sevgiliniz ya da eşiniz sizin kadar sevmiyorsa üstelik özverili değilse, işiniz zordur. Bu sevginin altında ezilen taraf siz olursunuz. An gelir yaşadığınız ezilmişlikler yüzünden çileden çıkarsınız. Size yaptığını ona yapmak, hayatı dar etmek istersiniz. Bir sürü planlar yaparsınız. Ama ufacık bir mutluluk anınız gelir aklınıza, eyleme geçemezsiniz. Sadece kendinizle hesaplaşıp durursunuz.

Yaşanan bu gelgitler ne yazık ki siz farkına varmadan size zarar verir. Bir yanda vazgeçemediğiniz sevdiğiniz, diğer tarafta “Topla artık kendini, bu sevdadan sana hayır yok.” diyen aklınız arasında kalırsınız. Can sıkıcı bir kısırdöngüdür yaşadığınız.

Başınızı iki elinizin arasına alır düşünürsünüz günlerce. “Onu hayatımdan çıkarırsam neler olur?” diye. Boşa koyarsınız dolmaz, doluya koyarsınız almaz. Onun yokluğundan dolayı çok acı çekeceğinizi düşünürsünüz ve bu acıyı göze alamayıp, “Yine özveriyi ben yapayım, yeter ki hayatımda olsun.” dersiniz. Sevdiğinizi bir kez daha affedersiniz.

Bir süre işler yolunda gider. Sanki onunla, yeni bir ilişkiye başlamış gibi hissedersiniz. O da size karşı biraz daha ılımlı olur. Ama bildiği bir şey vardır. Sizi tekrar üzdüğünde, zaafınızdan dolayı onu yine affedeceğiniz. İşte bu onun kalkanıdır. Onu özgürleştiren yanlışınızdır. Ne acıdır ki ilişkide az seven taraf bu kalkanı kullanmayı iyi bilir. Ve siz aynı gelgitleri yaşamaya devam edersiniz.

Peki, nereye kadar yaşanır bunlar? Bir sonu olmaz mı? Olur elbet. Ona olan sevginiz bittiği zaman sona erer. Ama bir takım nedenlerle sevgisi bitse de evliliğini tüm anlaşmazlıklara rağmen sürdüren insanlar vardır. Bu özel durumun dışında, sevginiz tükenince ona artık hayır dersiniz. Çünkü sürekli çekilen acılar gün gelir en yüce sevgileri bile bitirir. Fakat beraberinde sizi de bitirir. Yıllarınızı boşa harcarsınız.

İnsan hayatını, aldığı acı ve zevke göre yaşar. Acıdan uzak kalıp zevk alacağı şeylere yönelir. Şimdi bu kuralı az önce anlattığım konuya uyarlayalım. Bir ilişkide çok seven taraf, az sevene göre bu kuralı nasıl uygular bir bakalım. Çok sevdiği için kısa süreli yaşadığı zevklerini, çektiği acılara yeğler. Onu kaybederse sonunda büyük acı yaşayacağını düşünür, ayrılıktan kaçar. Bu, sadece iyi geçen günlerde yaşanan zevkli ve güzel anlar için yapılır. Yani kısa vade için yapılan seçimdir ve yanlıştır. Hayat, uzun süreçleri hesaba katarak yaşandığında daha güzeldir. Burada yapılacak iş aslında çok kolaydır. O anda alınan zevkle sonunda çekilecek acının yerini değiştirmek gerekir. Şu anda size zevk veren olay yerine kısa süre acı çekmeyi göze alıp, uzun süreler içinde çekeceğiniz acının yerine, zevk almayı başarabilmektir. Sizi üzen, hayatınızı zora sokan bir ilişkiyi boş yere, “Çok seviyorum, ayrılık acısına katlanamam” diye yaşamak yanlıştır. Böyle bir ilişkinin içinde uzun süre yıpranmak yerine, şimdi bir süre acı çekip, sonrasında zevkli bir başka yaşama yelken açmalısınız. Belki çok daha mutlu olacağınız, sizi de çok sevecek başka birisiyle birlikte olacaksınız. Neden kör topal yürüyen bir ilişkiyi götürmeye çalışasınız.

Size önerdiğim formül, beyin gücünüzü kullanmanın temelini oluşturur. Başardığınız anda hayatınızın değiştiğini göreceksiniz. Kesinlikle denemelisiniz.

Sevgiyle kalın…

Şadan Hergüner

Reklam Arası Televizyon Programları


Sıkı bir televizyon izleyicisi olduğumu söyleyemem. Ama ben de çoğunluk gibi akşam işten eve gelince televizyonu açarım ki; bu ana haber bülteni saati olur her zaman. Haberleri izlerim ya da yemek hazırlarken sesini dinlerim mutfaktan. Haberlerin dışında televizyonda izlediğim ise, birkaç dizi ve sinema filmidir.

Evde olsam bile gündüz saatlerinde televizyon izlemem. Çünkü yapacak daha önemli işlerim vardır. Yani günde 2–3 saatten fazla televizyon seyretmem. Zaten izlemem de olası değil. Neden derseniz hemen yanıtlayım; uzun reklam kuşakları yüzünden. Gerçi ben, bir medya çalışanıyım. Tüm yayın organlarının tek gelirinin reklam olduğunu biliyorum çünkü işin içindeyim. Ama aynı zamanda bir izleyiciyim ya da dinleyici veya okuyucu… Hatta iyi bir internet gezginiyim. Tüm araştırmalarımı öncelikle internette yaparım. Ne yazık ki orada da reklam çok… Artık bıktırıyor. Tıpkı televizyon gibi!

Bir dizi film normal şartlarda 50 dakikadır. Ama biz 2 saat boyunca izliyoruz. Nedeni, reklam kuşakları… Tanıtıcı reklam, açıklayıcı reklam, reklamları sunan reklam, reklamlar ve reklamları sona erdiren reklam derken bir reklam kuşağı 15 dakika sürüyor. Her 10 – 15 dakikada bir reklam kuşağı yayınlanıyor. Buna bir de televizyonların program tanıtımları ekleniyor. Reklam öncesi ve sonrası aynı tanıtımlar yayınlanıyor. Sanki biz embesil yaratıklarız, birkaç kez gösterildiğinde anlayamıyoruz da bir program içinde en az 5 kez görmek zorundayız gibi. Böylece reklam araları 20 dakikaya çıkıyor. Gel de izle programı veya filmi… Bu nedenle istesem de televizyon izleyemem. Daha doğrusu tahammül edemem. Oysa bana göre bu iş için uygulanacak farklı yöntemler var. Neden bunları yapmazlar bilmiyorum.

Gelelim para ödeyerek izlediğimiz televizyon kanallarına. Bunlara ne demeli? Kardeşim zaten abonelerinizden para alıyorsunuz. Hiç olmazsa siz biraz daha insaflı olun bu konuda. Yok ama yapmıyorlar. Bunların sadece sinema kanallarında film izlemek güzel, çünkü film boyunca reklam vermiyorlar, adam gibi izliyorsun. İşte bu yüzden televizyon izlemek istemiyorum.

Aslına bakarsanız, herkesin bildiği bir konu var. İzleyici, reklam kuşağı yayına girer girmez kanal değiştiriyor. Yani izlemiyor. Veya benim yaptığım gibi başka bir işle uğraşıyor. Ben ya okumam gereken bir şeyi okuyorum ya da evde yapmam gereken bir işi yapıyorum. Bunu bile bile aynı tas aynı hamam durumu devam ediyor. Farklılık yapılmıyor. Radyo kanallarında da durum aynı… Bir radyo programcısı olarak bunu da vurgulamalıyım.

Bu konuda söyleyecek fazla bir şey yok, izleyicinin biraz tepkisini artırması gerek diye düşünüyorum. Haaa, minikler, bebekler reklamlar karşısında oyalanıyor hatta yemeklerini bile yiyorlar ama olan biz yetişkinlere oluyor hem onlar gece saatlerinde yataklarında oluyorlar yani o saatte reklamın bebişlere de faydası olmuyor.

Sorun değil biz reklamlarıyla da izleriz televizyonu diyenler için sözüm yok da, benim gibi rahatsız olanların çok olduğunu belirtmekte fayda var diyorum. Onlardan biri de benim babam. Uzun zamandır bizim kanalları izlemiyor ya da çok sınırlı izliyor. Ben ondan daha dayanıklıyım ama dediğim gibi ancak geceleri, o da en fazla birkaç saat.
Sevgiyle kalın.

Şadan HERGÜNER

KEŞKE HER GÜN BAYRAM OLSA

Ne güzel olurdu! İnsanların birbirine saygı ve sevgi dolu olduğu, manevi duyguların yoğunlaştığı bayram günlerini çok seviyorum. Aile büyüklerimizi ziyaret ettiğimiz, dostlarımızı aradığımız, birlik ve beraberlik duygularını iliklerimizde duyumsadığımız günlerdir bu günler. Bize kendimizi iyi hissettirir. Olumlu duygu ve düşüncelerle dolarız. Başkalarını da düşünür, paylaşımlarda bulunuruz.
Milli ve dini bayramların içerikleri kuşkusuz farklı ama ben her ikisinde de ortak bir yön buluyorum. Bize insani değerlerin, insan olmanın önemini hatırlatıyorlar. Milli bayramlarımızda bizi saran duygular; ülke, bayrak, toprak ve vatan bütünlüğümüzü güçlendirirken, dini bayramlar manevi duygularımızı güçlendirip, başkalarını düşünmeyi, paylaşmayı, iyilikler üretmeyi ve dostlukları geliştirmeyi sağlar. Yani her ikisi de iç dünyamıza hitap eder, insani özelliklerimizi belirginleştirir.

Keşke her günümüz bayram güzelliğinde olsa. Bu günlerde içimizi dolduran duygular her zaman bize eşlik etse de insan olduğumuzu ve insanlarla bir arada yaşadığımızı unutmasak. Her zaman birbirimize saygılı ve sevgili olsak. Paylaşımcı, düşünceli, hatır gönül bilir olsak. Anlayış ve hoşgörümüzü hep kullansak…

İnsanların birbirini hoşgörüyle kabullendiği, anlayışla karşıladığı bayram günleri, affetmeyi, kin duygusundan arınmayı, nefreti yok etmeyi sağlayan günlerdir. İşte bu nedenle diyorum, her günümüz bayram olsa da bizler daha anlayışlı, hoşgörülü, affedici olsak. Aile üyelerimiz, akrabalarımız ve sosyal çevremizle sağlıklı iletişimler kurabilsek. Çünkü bizler insani yönlerimizi geliştirdikçe, uzlaşmacılıktan uzak yanlarımızı törpüledikçe, başkalarının da bir can olduğunu kabullendikçe olgunlaşırız. Olgun ruha sahip insanın tüm iletişimleri daha iyidir, anlamlı ve bilinçlidir.

Yarın kutlayacağımız bir bayram var önümüzde. Bu bayramın hepimize güzel gelmesini diliyorum. Bize yaşatacağı manevi duyguların devamlı olmasını diliyorum. Bir de bayramlarımıza önem vermemiz, bayram geleneklerimizi yaşatmamız gerektiğini de unutmayalım istiyorum. Her toplum, her millet kendi gelenek ve görenekleriyle, kendi kültürüyle vardır. Bunları kaybedersek biz olmaktan çıkarız. Bize başkalarının biçtiği rolleri oynar, diktiği giysileri giyer, değerlerimizi yitirirsek ipleri çekilen kuklalara benzeriz.

Hepinizin Kurban Bayramını kutluyorum. Bayramların mutluluk ve huzur veren tatları her zaman sizinle olsun.

Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner              

FARKINDA OLARAK KURULAN İLETİŞİM

Yaşam savaşı verirken, yaşadığımız olayların, kendimizin, ailemizin ya da sevdiğimiz şeylerin ne kadar farkındayız diye düşündünüz mü? Aslında biz hayatı pek farkında olmadan yaşıyoruz. Çünkü sadece yapmamız gereken işlerin peşinde koşuyoruz. Tüm yaşamımız otomatik bir program içinde sürüyor. İşimizi sevmesek de çalışmak zorundayız. Gereksinimlerimizi karşılamamız için bu şart. Bir arada olduğumuz insanların sahte yüzünü bilsek de onlarla bağımızı sürdürmek zorundayız. Çünkü bu insanlar ya çalışma arkadaşlarımız ya görüşmemiz gereken yakınlarımız ya da sosyal hayatın içinde olan insanlar.

Yaşam savaşı içinde çoğumuz nelerden hoşlandığımızı, ne yapmak, nasıl yaşamak istediğimizi unutmuş durumdayız. İç dünyamızı değil dış dünyamızı önemsiyoruz. Sosyal maskelerimizi takıp hayatımızı sürdürüyoruz. İçinde olduğumuz toplum bizden nasıl davranmamızı istiyorsa, öyle hareket ediyoruz. İç dünyamızın yani canımızın isteklerini bastırıyor, başkalarının beklentilerine göre yaşıyoruz. Çalışma hayatımız, özel ve sosyal hayatımız hep bu beklentilere göre yaşanıyor. Hayatımızdaki insanlarla sosyal maskemizi takıp, iletişim kuruyoruz. O insanlar da aynısını yapıyor. Hayatlarımızı “Başkaları ne der?” anlayışına göre sürdürüyoruz. Toplumun az bir kesimi dışında, geri kalanı böyle yaşıyor. Durum bu olunca kendi iç dünyamızdan, diğer insanların iç dünyalarına açık iletişim kuramıyoruz. Nedeni; herkesin bazı korku ve kaygılar doğrultusunda, sosyal maskelerini takmak zorunda olması.

Gerçek olmayan yüzlerle kurulan iletişim sonunda insanlar kendilerini yalnız hissetmeye başlıyorlar. Bazıları evliliklerinde bile yalnız olduğunu düşünüyor. Çünkü çiftler arasında kurulan iletişim candan olmayıp, yüzeysel oluyor. Kişinin yalnızlığının nedenini, kendi özünden uzaklaşması ve kendine yabancılaşması oluşturuyor. Kendimizin farkında olmamak, canımıza önem vermemek bizi mutsuzlaştırıyor. İç ve dış dünyamız arasındaki fark, strese neden oluyor, sağlığımızı bozuyor. Bu kez yaşam monoton bir kısır döngüye dönüşüyor. Kişi bu duyguyu iç dünyasında yoğun yaşayıp, ruh ve beden sağlığını kaybetmeye başlıyor.

İç ve dış dünya arasındaki farkı şu örnekle açıklayalım: Kişinin iç dünyası iletişimde olduğu insana nefret duyarken, dış dünyasında sosyal maskesini takıp saygı göstermek zorunda kalması, kendisine olan saygısını ve dürüstlüğünü kaybetmesine neden oluyor. Hayatı böyle yaşayan, aşırı sosyalleşmiş insanlar iç dünyalarından uzaklaşıp, mutsuzluklarını hazırlıyorlar.

Sadece “Topluma uyum sağlamalıyım.” anlayışına göre yaşamak, kendimizin ve hayatın farkında olmadan yaşamaktır. Sağlıklı bir yaşam için canımızın isteklerine önem vermeliyiz. Özelliklerimizin, duygu ve düşüncelerimizin farkına varmalıyız. Çevremizdeki kişileri doğru algılamalıyız. İki insan arasında candan kurulan dürüst iletişim, karşıdaki insanın gerçekten farkına varabilmektir. Çünkü iletişim; birbirini fark eden iki insan arasındaki mesaj alışverişidir. Bu mesaj ne kadar açık ve doğru olursa iletişimden elde edilecek sonuç, o kadar gerçek olur. Candan cana kurulan iletişim, açmazları açan anahtardır. İkili ilişkilerde bunun önemi büyüktür. Sosyal maskelerin takılması gereken zamanlar olacaktır. Bazen karşımızdaki insanı üzmemek için veya ayıp olmaması için içimizden geldiği gibi davranamayız. Duygu ve düşüncelerimizi açıkça söyleyemeyiz. Bunlar yaşamın gerçekleridir. Doğru olan, sosyal maskeli iletişimin sürekli olmamasıdır. Sağlıklı, mutlu, başarılı hayatın sırrı, farkında olmak ve açık iletişim kurmaktır.

Hep candan ve içten olmanız dileğiyle.

Şadan HERGÜNER
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog