Yaşam savaşı verirken, yaşadığımız olayların, kendimizin, ailemizin ya da sevdiğimiz şeylerin ne kadar farkındayız diye düşündünüz mü? Aslında biz hayatı pek farkında olmadan yaşıyoruz. Çünkü sadece yapmamız gereken işlerin peşinde koşuyoruz. Tüm yaşamımız otomatik bir program içinde sürüyor. İşimizi sevmesek de çalışmak zorundayız. Gereksinimlerimizi karşılamamız için bu şart. Bir arada olduğumuz insanların sahte yüzünü bilsek de onlarla bağımızı sürdürmek zorundayız. Çünkü bu insanlar ya çalışma arkadaşlarımız ya görüşmemiz gereken yakınlarımız ya da sosyal hayatın içinde olan insanlar.

Yaşam savaşı içinde çoğumuz nelerden hoşlandığımızı, ne yapmak, nasıl yaşamak istediğimizi unutmuş durumdayız. İç dünyamızı değil dış dünyamızı önemsiyoruz. Sosyal maskelerimizi takıp hayatımızı sürdürüyoruz. İçinde olduğumuz toplum bizden nasıl davranmamızı istiyorsa, öyle hareket ediyoruz. İç dünyamızın yani canımızın isteklerini bastırıyor, başkalarının beklentilerine göre yaşıyoruz. Çalışma hayatımız, özel ve sosyal hayatımız hep bu beklentilere göre yaşanıyor. Hayatımızdaki insanlarla sosyal maskemizi takıp, iletişim kuruyoruz. O insanlar da aynısını yapıyor. Hayatlarımızı “Başkaları ne der?” anlayışına göre sürdürüyoruz. Toplumun az bir kesimi dışında, geri kalanı böyle yaşıyor. Durum bu olunca kendi iç dünyamızdan, diğer insanların iç dünyalarına açık iletişim kuramıyoruz. Nedeni; herkesin bazı korku ve kaygılar doğrultusunda, sosyal maskelerini takmak zorunda olması.

Gerçek olmayan yüzlerle kurulan iletişim sonunda insanlar kendilerini yalnız hissetmeye başlıyorlar. Bazıları evliliklerinde bile yalnız olduğunu düşünüyor. Çünkü çiftler arasında kurulan iletişim candan olmayıp, yüzeysel oluyor. Kişinin yalnızlığının nedenini, kendi özünden uzaklaşması ve kendine yabancılaşması oluşturuyor. Kendimizin farkında olmamak, canımıza önem vermemek bizi mutsuzlaştırıyor. İç ve dış dünyamız arasındaki fark, strese neden oluyor, sağlığımızı bozuyor. Bu kez yaşam monoton bir kısır döngüye dönüşüyor. Kişi bu duyguyu iç dünyasında yoğun yaşayıp, ruh ve beden sağlığını kaybetmeye başlıyor.

İç ve dış dünya arasındaki farkı şu örnekle açıklayalım: Kişinin iç dünyası iletişimde olduğu insana nefret duyarken, dış dünyasında sosyal maskesini takıp saygı göstermek zorunda kalması, kendisine olan saygısını ve dürüstlüğünü kaybetmesine neden oluyor. Hayatı böyle yaşayan, aşırı sosyalleşmiş insanlar iç dünyalarından uzaklaşıp, mutsuzluklarını hazırlıyorlar.

Sadece “Topluma uyum sağlamalıyım.” anlayışına göre yaşamak, kendimizin ve hayatın farkında olmadan yaşamaktır. Sağlıklı bir yaşam için canımızın isteklerine önem vermeliyiz. Özelliklerimizin, duygu ve düşüncelerimizin farkına varmalıyız. Çevremizdeki kişileri doğru algılamalıyız. İki insan arasında candan kurulan dürüst iletişim, karşıdaki insanın gerçekten farkına varabilmektir. Çünkü iletişim; birbirini fark eden iki insan arasındaki mesaj alışverişidir. Bu mesaj ne kadar açık ve doğru olursa iletişimden elde edilecek sonuç, o kadar gerçek olur. Candan cana kurulan iletişim, açmazları açan anahtardır. İkili ilişkilerde bunun önemi büyüktür. Sosyal maskelerin takılması gereken zamanlar olacaktır. Bazen karşımızdaki insanı üzmemek için veya ayıp olmaması için içimizden geldiği gibi davranamayız. Duygu ve düşüncelerimizi açıkça söyleyemeyiz. Bunlar yaşamın gerçekleridir. Doğru olan, sosyal maskeli iletişimin sürekli olmamasıdır. Sağlıklı, mutlu, başarılı hayatın sırrı, farkında olmak ve açık iletişim kurmaktır.

Hep candan ve içten olmanız dileğiyle.

Şadan HERGÜNER