Translate

Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar; iki kelimeyle açıklamış.
“Doğru kararlar.” Demiş.
Herkesten farklı olarak, doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar.
Tek kelime ile cevaplamış; “Tecrübe.” Demiş.
İyi de kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrı nedir?
Usta, derin bir iç geçirmiş ve şöyle demiş: “Yanlış kararlar.”

Bu yazımda anlatmaya çalışacağım her şeyi açıklayan bir kıssadan hisseyle başlamak istedim. Peki, nedir karar vermek? Çeşitli amaçlar, bunlara ulaştıracak yollar, araçlar ve imkânlar arasında seçim ve tercih yapmakla ilgili zihinsel, bedensel ve duygusal süreçlerin toplamıdır. Yani karar verme sorunlarla ve belirsizliklerle savaşma ve onları yok ederek neyin, nasıl, ne zaman yapılabileceğini ortaya koymaktır.

Yaptığımız tüm eylemlerin babası verdiğimiz kararlardır. Hani çok bilinen bir söz vardır. “En kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir.” Ne kadar doğru bir sözdür. Kararlarımızla hayatımızı şekillendiririz. Bir işi başarmanın yolu adanmış gerçek bir karar vermekten geçer. İşte bu kararlarla yaşamımıza yön veririz.  

Bazılarımız karar verme konusunda biraz korkaktır. Çok düşünür. Karar vermekten hep endişelidir. Yanlış yaparsam diye korkar. Oysa yukarıdaki kıssadan hisse bize yanlış yapmadan deneyim sahibi olamayacağımızı açıkça söylüyor. Aslında başarısızlık diye bir şey yoktur. Onlar bizim istediğimiz sonuca ulaşmamız için yaşadığımız deneyimlerdir. Önemli olan, yanlış olarak gördüğümüz kararlardan ders almaktır. Bu deneyimlerle başarıya ulaşmak daha kolaydır.

Karar vermekten korkmayın. Sık sık karar verin. Yanlış deneyimle sonuçlanan kararlarınızdan ders alın. Ulaşmak istediğiniz sonuca varıncaya kadar olaylara yaklaşımlarınızı, izlediğiniz yolları değiştirin. Ama karar vermekten asla endişe duymayın. Tam tersine karar vermekten zevk alın. Çünkü biz hayatımızı aldığımız zevk ve çektiğimiz acıya göre yaşarız. Acıdan kaçar, zevke yöneliriz. Bu nedenle karar vermekten zevk alırsak, ondan korkmamız da gerekmez.

Doğru kararlar vermenin sırrı, yanlış kararlardan kazanılan deneyimlerdir. Onlar bizim dereyi geçene kadar üstünde sıçradığımız, bazen üzerinden düştüğümüz kaya parçalarıdır. Yani başarıya giden ve atılması gereken adımlarımızdır. Kararlarımıza bağlı kalıp, amaca ulaşmak için farklı yöntemler kullanmamız gerektiğini hiç unutmayalım.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

KISKANÇLIK DUYGUSU

Azı karar, çoğu zarar olarak gördüğüm bir duygudur. Dozu iyi ayarlanmalıdır. Yoksa hayatı çekilmez kılar. Kıskanma; sevgide ya da kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına, üstün durumda olmasına dayanamamaktır. Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü kişinin üstünlüğünden acı duymaktır. Bazı insanlar bu duyguyu yoğun yaşar. Bazıları az. Ama genelde her insanda var olan bir duygudur. Hiç kıskanmayan insan azdır.

Kadın ve erkek ilişkilerinde başa dert olan boyutu kötüdür. Çiftlerden biri çok kıskançsa diğerine hayatı dar eder. Kıskandığı her an, sorun yaratmaya başlar. Kavgalar, tartışmalar, hastanelik eden olaylar bile yaşanır. Sosyal ilişkilerdeki şekli farklıdır kıskançlığın. Bir çekememe, karşısındakini üstün görme yani hazmedememe boyutu vardır. Kıskançlığın içine hırs da girdiğinde çok tehlikeli bir hal alabilir. Bu duygular içindeki insan kıskandığı kişiye zarar vermeye kadar götürebilir işi. Çünkü kıskandığı insana zamanla kin ve nefret de duymaya başlar. Tüm bu olumsuz duygular kişiyi zorlar, sınırlarını aşmasına neden olur.

Sosyal ilişkilerde kıskançlık işyerinde yaşanıyorsa rakip görülen kişi veya kişiler için olmadık planlar yapmaya kadar gidebilir. Yalanlar, iftiralar, dedikodular devreye girer. Çıkarlar söz konusu olduğunda kıskanan insan her yolu dener. Kendiden üstün gördüğü, yerinde olmak isteği insana zarar verecek eylemlere yönelir.

Arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinde yaşanan kıskançlıkta da durum farklı değildir. Pek çok yakın ilişki bu nedenle bozulmuştur. Biri diğerini çekemediğinde, onun kendinde olmayan özelliklerle daha çok önemsendiğini anladığında kıskançlık duygusuna hakim olamıyorsa yine zarar verme yoluna gidecektir.

Aşk ilişkilerinde bir parça kıskançlık olması güzeldir. İlişkiyi taze tutar. Kıskanılana, ait olma duygusu yaşatır. Kıskanana da sahip olma. Ama dozu kaçtı mı ilişkiyi çıkmaza sokar. Mutluluk ve huzur yerini dengesizliğe bırakır. Korkma, çekinme, her an tetikte olma duygularını yoğunlaştırır ve ilişkiyi bozar.

Sosyal ilişkilerde ise biraz kıskanç olmak, insanın kendine çeki düzen vermesini, imrendiği kişi gibi olmak için daha fazla çaba göstermesini sağlayabilir. Ama bunun dozu kaçmamalıdır. Yoksa kıskanan, ruhsal anlamda hem kendine hem de kıskandığı insana zarar verecektir.

İçimizde yoğun olarak kıskançlık duygusu yaşıyorsak onu kırmak için odaklanmalıyız. Bunu da irademiz ve inanç gücümüzle yapabiliriz. Eğer yapmazsak ilişkilerimizde hep sorun yaşarız. Kendimizi hasta ederiz. Dedim ya bana göre azı karar, çoğu zarar bir duygudur. Aklımız ve irade gücümüzle olumsuz duygularımızı frenlemek ise bizim elimizdedir.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

Adli Tıp, Bülent Ecevit raporunu açıkladı:

Eski Başbakan Bülent Ecevit'in Başkent Üniversitesi'nde kaldığı 11 gün boyunca öldürülmek istendiği iddialarına resmi yanıt geldi.

Adli Tıp Kurumu Ergenekon Davası'na bakan mahkemenin talimatıyla hastanede tutulan kayıtları inceledi. Adli Tıp Kurumu, Parkinson hastalığı açısından Ecevit'e uygulanan tedavinin yetersiz olduğuna oy çokluğuyla karar verdi.

Adli Tıp Kurumu, Başbakan Bülent Ecevit ile ilgili raporunu açıkladı. Adli Tıp raporuna göre, Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde yapılan Ecevit'in kaburga kırığının tedavisinin tam yapıldığı, parkinson tedavisinin ise eksik yapıldığını açıklandı.
Ergenekon Davası'nda mahkeme yıllardır konuşulan eski Başbakan Bülent Ecevit'in Başkent Üniversitesi'ndeki tedavisi sırasında verilen ilaçlarla öldürülmek istendiği iddialarını araştırma kararı almış ve o tarihte kaldığı hastanedeki tetkik ve tedavi kayıtlarını Adli Tıp Kurumu'na göndererek incelenmesini istemişti. Adli Tıp Kurumu Ergenekon Davası'na bakan mahkemenin gönderdiği kayıtları inceledi ve bu konuda hazırladığı raporu mahkemeye gönderdi.

11 gün kaldığı Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde ayakta duramayacak şekilde korumalarının desteğiyle çıkan Ecevit ile ilgili yıllardır konuşulan iddialar için Adli Tıp Kurumu oyçokluğuyla "yetersiz tedavi uygulandığı"
kararı verdi.

İşte bu rapor gösteriyor ki, eşi Rahşan Ecevit’in o dönemde anladıkları ve hissettikleri doğruymuş. Bülent Ecevit’i hastaneden çıkartmakta çok haklıymış. Başbakan'ın hastalığının en ileri olduğu dönemlerde eşi Rahşan Ecevit, tüm Türkiye'nin şaşkın bakışları altında Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden Bülent Ecevit'i çıkartarak eve götürmüştü. Tedavisi evde devam eden Bülent Ecevit’in sağlığında düzelme de olmuştu. 

O çok temiz ve saygın bir siyaset adamı, kaliteli bir insan, tam bir aydındı. Nur için de uyusun.

Şadan Hergüner


 

AŞK, SEVGİ VE SEVGİLİLER GÜNÜ


Aşkın, ilk başladığında ayağımızı yerden kesen, bizi başka bir aleme götüren, dünyamızı tersine çeviren bir duygu olduğunu söylemek gerekir. Ha bir de, tamamen davetsiz bir konuk olduğunu... Ne zaman kapıyı çalacağı belli değildir. Bir bakmışsınız kapıda bitivermiş. Size “Ben geldim.” diyor. Bu durumda kapıyı açıp “Hoş geldin.” demek mi gerekir, yoksa “Aman evde olduğumu belli etmeyim, bu davetsiz misafir de nerden çıktı?” demek mi gerekir? Fakat o, öyle bir şeydir ki, kapıdan kovsanız bacadan gelir. “Bu misafir başta iyidir hoştur da sonra çok canımı sıkar, beni üzer, en iyisi içeri almayım” deyip, kapıyı pencereyi sıkıca kaparsınız ama bacayı tıkamaya vaktiniz olmadan o içeri sızıverir. Tıpkı mutluluk veren ilkbahar havası gibidir önce. Derin derin solumak, içinize çekmek istersiniz. İliğiniz kemiğiniz anlatılmaz bir coşkuyla dolar. Ayaklarınız yerden kesilir, bulutların üstüne yükselirsiniz. Artık tüm kapıları, pencereleri açmışsınızdır. Bahar havası evin her yerini kaplamıştır. Mis gibi kokar. Siz de şimdi bahar sarhoşusunuzdur. Fakat bilirsiniz ilkbaharın ömrü kısadır. Ardından yakıcı yaz sıcakları gelir. Sizi yakar kavurur. Hatta pişirir. “Yandım, şu havalar bir serinlese.” dersiniz. Ama iş işten geçmiştir.

İşte aşk aynen böyledir. Canı istediğinde çıkar gelir. Bazen kısa, bazen uzun süre kalır. Başına buyruktur. Ne zaman ne isteyip, yapacağı belli değildir. Bir bakarsınız size dünyanın en güzel duygularını yaşatır, bir bakarsınız sizi dünyaya geldiğinize bin pişman eder. Zaman gelir onu kontrol altına almak istersiniz. “ Ben bu kadar iradesiz miyim, neden kendimi bırakıyorum, neden duygularıma sahip olamıyorum?” dersiniz. Kendinize çeki düzen vermeye çalışırsınız. Ama genellikle başaramazsınız. Çünkü o tüm bedeninize ve ruhunuza, yoğunluğunu yaşatmadan sizi özgür bırakmaz. Bir kez sizi ele geçirmeye görsün. İstediğini yapmadan asla gitmez. İnişleri çıkışları vardır. Tek düze olduğu zamanlar azdır. Monotonluk ona göre değildir. Monotonlaştığı zaman bilin ki gidicidir. Zaten çok uzun süreli bir konuk da değildir. Eğer size çok ısındıysa, iniş ve çıkışlarından sonra alışkanlığa ve sevgiye dönüşür. İşte o zaman rahatlarsınız. Çünkü sevgi, aşktan başkadır. Sevgide bağışlama vardır, hoşgörü vardır, hepsinden önemlisi merhamet vardır. Belki aşkın deli heyecanı, iç kıpırtıları, ürpertileri onda yoktur ama sevgi dingindir. Sizi daha mutlu eder. Yeter ki aşk sevgiye dönüşsün.

Bir de bu dönüşümü gerçekleştiremeden gidişi var. İşte o zordur. Zaten davetsiz gelmiştir, kalbinizde başına buyruk konuk olmuştur. Sevinçler, hüzünler, acılar yaşatmıştır. “Tam şimdi sefasını süreceğim” derken çekip gitmiştir. Derin izler bırakarak. Kanatmış, acıtmış, hatta başlarda yaşadığınız güzellikleri hatırlamayacak kadar canınızı yakmıştır. Sonunda koşar adım gitmiştir. En zoru da bu gidiştir. Canla başla emek vermişsinizdir. Her şeyden sakınıp, ona gözünüz gibi bakıp, sarıp sarmalayıp büyütmüşsünüzdür. Çocuğunuz gibidir. Sanki sizi asla bırakıp gitmeyecek diye düşünmüşsünüzdür. Ama biliyorsunuz bazı çocuklar hayırsız çıkar. Yuvadan erken uçup, arayıp sormazlar. İşte sevgiye dönüşmeden giden aşk, o çocuklar gibidir. Ondan geriye sadece hayal kırıklığı, acı ve hüzün kalır. Peki, şimdi siz ne yapacaksınız? Karalar bağlayıp, hayata mı küseceksiniz? Bu durumda yapılması gereken yaralarınızı bir an önce sarmaktır. Asla kendinizi bırakmayın. “Zaman en iyi ilaçtır” derler ya, çok doğrudur. Olan olmuş, giden gitmiştir. Acısıyla baş etmek de size kalmıştır. Bari bu işi yaparken iradenizi kullanın. Kendinize “zaten benim olmayı hak edecek kadar iyi değildi, kalmak istemeyip giden için ben niye üzüleyim?” deyin. Ama yüreğinizi aşka kapatmayın. Aaa pardon o zaten siz kapatsanız da davetsizce gelen konuktur. 14 Şubat Sevgililer gününüz kutlu olsun. Yüreğinizde her zaman sevgiye yer açın. Sevgisiz yürekler, susuz topraklar gibidir.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner

BAŞIMIZIN TACI ERKEKLER

Erkekler, hayatımızın olmazsa olmaz varlıkları. Her kadının hayatında bir erkek mutlaka var. Hiç kocası veya sevgilisi olmayan kadınların bile hayatı bir erkeğe bağlı. Babasına bağlı. Çünkü “O” olmadan dünyaya gelemez. Aynı şeyler erkekler için de geçerli. Annesi olmadan yaşama merhaba demesi mümkün değil. Yani, çocuğun imalatı için, bir kadın ve erkek gerekli. Fakat erkek kısmı, bu işte de çok şanslı. Bir erkek arkadaşımın söylediği gibi, çocuk sahibi olurken hiç zorlanmıyorlar. O diyor ki; ”Kola makinesine parayı atıyoruz ve ürüne kavuşuyoruz.” Ama pardon şimdi onun dediği gibi kısa sürmüyor işlem. Parayı büyük bir keyifle atıyorlar ama 9 ay 10 gün beklemek zorunda kalıyorlar. Eee, bu da onları biraz kasıyor. Nasıl kasılmasınlar? Eşi hamile, aşermeler falan. Biraz iş başa düşüyor. Bir de hamilelik ilerleyince eşinin şekli şemali bozuluyor, karısı güçten kuvvetten düşüyor (bu arada onlar, pür namus kuzu kuzu oturuyorlar, yaramazlık asla yok), istedikleri performansı alamıyorlar, yani zor iş. Nasıl kasılmasınlar? Haklılar valla. Sen hem makineye para at, hem de ürüne sahip olmak için 9 ay bekle. Bu sürede de olmayacak işlerle uğraş, kapris falan çek. Olmuyor tabii!

Neyse, hadi bir şekilde geçti diyelim bu süre ve beklenen ürüne kavuşuldu. İşte durum bundan sonra daha vahim. Çok güzel bir can gelmiş dünyaya, şeker mi şeker. Mutluluk son noktada… Birkaç gün öpüp okşayıp sevmeler, çocuğum oldu diye övünmeler, ama o ne? Bebek gece gündüz ağlıyor, uyumak ne mümkün? Huzur kalmadı. Koş bez al. Koş mama al. Bir dolu iş… Peki, bu durumda bir kısım erkek ne yapar biliyor musunuz? “Aman canım, baksın anası. Ben de sürerim sefasını” der. Hepsi demiyorum ama yarı yarıya böyledir. Fakat bu kısım erkekler laf ebeliğine gelince, aslan kesilirler.” Kadının görevi bu, Allah ona bu görevi vermiş, çocuğu taşıyacak, doğuracak sonra da bakacak. Biz sadece makineye parayı basarız, vakti gelince de malımızı alırız, sefasını süreriz” derler.

Zaman geçer, çocuk hızla büyür. Belki bir bebek daha gelir. Ama hayat şartları zor! Sorunlar başlar. Belki çiftler arasında bazı problemler doğar. Kavgalar, tartışmalar derken evlilik tadını tuzunu yitirir ve boşanma vakti geliverir. Yine bir kısım erkek, “Aman boşarım eskisi, alırım yenisini ya da hiç bulaşmam o hatun senin bu hatun benim, bakarım keyfime” der. Ama çocuk veya çocuklar ne olacak? Olacağı belli. Yaşı küçük veya büyük, annesinde kalacak tabii. Annesi oturup bakacak çocuklarına, baba da bekâr bir erkek olarak istediği gibi yaşayacak. Bu durumda çocuğuna sahip çıkmayacak kadın sayısı çok azdır. Anne mecbur değilse, çok bencil değilse, bırakmak istemez ki çocuğunu başkalarının eline. Ona bahşedilen annelik içgüdüsüyle, sahiplenme, koruma, büyütme istekleriyle çocuğuna sarılır. Yeri gelir kadınlığını bile unutur. İşte bu yüzden çocuğu taşımak, doğurmak yetisi kadına verilmiştir bence. Kadın cefakârdır, dayanıklıdır, duyarlıdır. Arada çıkan istisnalar ise kaideyi bozmaz. Kadın hem çalışır, hem çocuğuna bakar hem de toplumun ona dayattığı tüm baskılara göğüs gerer. Ama erkeklerin büyük bir bölümü bunları yapamaz. Yapabilen istisna erkekler de genel kaideyi bozamaz. Erkeklerin çoğu özgürlük arar, sıkıntıya, baskıya asla gelemez. Rahatlarına düşkündürler. Ayak bağı istemezler. Evet, çok sabırlı, özverili, dayanıklı erkekler vardır. Ama sayıları azdır.

Her zaman yazıyorum, kadın ve erkek farklı yaratılmıştır. Bana göre, birbirlerini bütünlemek için farklı yaratılmışlardır. Yeter ki size uygun parçayı bulabilin. Akıllı seçim yapmayı bilin. Görmek istediğinizi değil, görmeniz gerekeni görebilmek için bakmayı öğrenin. Yoksa hanımlar, bir kısım erkek manzaraları sizi üzmeye devam edecektir.

Tüm erkekler böyledir demiyorum. Valla, beni bunları yazmak zorunda bırakanlar utansın. Yazılarımı okumaya devam eden erkek okurlarımın, kızsalar bile bana hak vereceklerinden eminim. Çünkü ben doğruları yazıyorum.
Sevgiyle kalın.

Şadan Hergüner
 
Gezergen Tasarım by Gezergen Blog